Monday, January 18, 2016

Neden Nasil

Neden ve nasıl gittiğimle ilgili yazıyorum. Uyarıyorum: uzun bir yazı.
NEDEN BU GİDİŞ?
Sebebi: Gezi olayları. Evet bu kadar net. Gezi olayları sonrasında geleceğimle ilgili umutlarımı kaybettim. Sadece benim değil, kızımın geleceği için de endişeliyim. Ülke hep mükemmel değildi, ama Gezi’de tüm haklarımızı kaybettik. Miting yapma hakkımızı, protesto etme hakkımızı, hakkımızı isteme hakkımızı, hepsini. “Sesini çıkaranı öldürürüm” dendi, öldürüldü de. Susmak ile tehlike arasında bırakıldık. Ben, ikisinden birini seçmek istemiyorum!
Gezi’ye ek olarak, IŞİD’in adamları etrafımızda, sokağımızda. Adamlar aniden “ya Allah bismillah” deyip önündeki kişinin boğazını kesebiliyor. Korkusu yok. Onlara göre bizler günahkârız ve ölmeyi hak ediyoruz. Ankara’da binlerce IŞİD üyesi var. Ve ilginç bir dokunulmazlıkları var. Ben korku içindeyim. Zaten son zamanlarda 22 canlı bomba ile ortak yaşıyor olmak, sinirlerimi bozdu. “avm’ye gitmeyin, metroda bomba alarmı” vb. Canlı bombaları geç, kürtçe konuştu diye birini öldürenler, “sen zaten Gezi’cisin” diye karakolda işkenceye maruz kalanlar… Her yerimiz iç savaş. Can güvenliğim olduğunu düşünmüyorum. Maslov piramitinin en alt katı var ya, oradayım ben…
Başka başka… Eğitim sistemi. Gerilemekle kalmadı, düzeltilmesi çok zor bir hale geldi. Burada mı okuyacak kızım? Kız- erkek ayrı sınıflarda, “zorunlu” verilen seçmeli derslerle. Şu an hükümet değişse, eğitim sistemini düzeltmesi 5-10 yıl alacak ve kızıma yetişmeyecek.
Herkesin umutları olabilir geleceğe yönelik, “böyle kalmayacak ki” denilebilir. Ben pozitif değilim. İyi olacağına inanmıyorum. Muhtemelen en eğitimli en özgür kesimin içinde yaşıyorum. Fanus gibi. Şu çevrede bile etrafımdakilerin gitgide yobazlaştığını görüyorum. Sonuçta halk, bu. Geleceği düzeltir diye düşündüğümüz halk. Ve maalesef benim bu halktan umudum yok. Başka bir ülkede daha güven içinde yaşayabileceğime inanıyorum.
Gidişim, bu sebeplerden işte…  
Ha bu arada, beni 2004’ten beri tanıyanlar bilir, elimde hep bu yurtdışı jokeri vardı benim. İnat ettim kalmak için. Sebepleri bana kalsın. Bu kadar inatla kalmışken şimdi gitme kararı vermem, benim için zor oldu. Emeklerini ve amaçlarını bırakmak gibi bir şey…

NASIL OLDU PEKİ?
Gezi olayları sonrasıydı, “gidelim” istedik. Bunun için, önce plansızca bildiğim büyük firmalara (Airbus, Bombardier, Thales, Lockheed vb) başvurdum. Tabii reddedildim. Sonra oturdum bir plan yaptım: CV’mi elden geçirip, zenginleştirip, LinkedIn sitesini aktif kullanarak planlı başvurular yapacaktım. Bir harita oluşturacaktım. Bunu hemen değil, bir kaç yıl içine yayarak yapacaktım. Konsantre olarak… Şirketleri ve projelerini takip edecektim. Acele etmeyişimin sebebi, iyi bir iş bulmak ve yaşam standardımı düşürmeden taşınmak isteyişim. “her işi yaparım” diyerek daha kötü şartlarda yaşamak istemedim. Kariyerime uygun, profesyonel bir iş bulabilirim.
2015 başlarında CV’mi düzelttim, LinkedIn’e koydum. Üyeliğimi Premium’a çevirdim (ne demişler: Para Verirsen Olur ☺). Bu arada çok yoğunum, iş dışında hiçbir şeye bakamıyorum kahretsin… Planı 2016’ya salladım. Plan dediğim de şu: 2016’da haritayı oluşturmak, gerekli kişilere direk ulaşmak ve başvurulara başlamak. Yoğunluktan hiçbir yere bakamıyorken tek umudum, birilerinin beni bulması. “Gel bizde çalış” diyen biri olursa (!), beni ararlarsa, üst sıralarda beni görecekler, Premium üyelik bunu sağlıyor… Tam bu sırada bazı sebeplerden iş yerimde bölüm değiştirdim (planın parçası değildi, hatta planı bozdu bile. bunun sebebi başkaydı). İşimi bıraktım. Elimde eski işime dair konferanslara göndermek üzere yazılmış 4 bildiri vardı (başta işimi bıraktım, bu yazılar da elimde patladı diye üzülüyordum ama her işte bir hayır varmış, bakın neler getirecek o yazılar). Artık kimse beni o konferanslara göndermez diyerek bunları internet üzerinden ücretsiz yayınladım. Daha birinciyi yayınladıktan sonra birkaç teklif geldi. ikinciyi yayınladım, birkaç tane daha geldi (bilsem daha önce yayınlardım. Hatta konferanslara giderek sunduklarımı bile buradan paylaşırdım).
Genellikle, tecrübeli mühendis arıyorlardı. Fakat 27 Temmuzda öyle bir teklif geldi ki, o tam olarak beni arıyor: hem emniyetçi olacak, hem uçuş kontrol sistemi ve otopilot sistemi emniyet analizleri hakkında tecrübeli biri olacak, hem Avrupa sivil otoritesi ile çalışmış biri olacak, hem de uçuş emniyeti gösterme konusunda tecrübeli biri olacak. Denk gelmek dedikleri şey bu olmalı. Ülke: Japonya. Daha önce hiç düşünmemiştim. “Kanada ya da Slovenya olsa keşke” demiştim sadece... Teklif iyi, iş tatmin edici, ülke de iyi…
Kabul ettim ve gidiyoruz millet. Ailecek.
Araştırdım, eğitim sistemlerine göre ilkokul 6 yaşında başlıyormuş. Janset’in 3 yılı var. 3 yılda eşek değil ya Japonca’yı söker, okula başlar.
İyiiiice mülakatlarla ilgili bilgi isterseniz: insan kaynakları ile mülakata girmedim. İlk mülakatım teknik mülakat idi, FAA’de (Amerika Havacılık Otoritesi) DER olarak çalışmış biri beni mülakata aldı. Müdürüm o olacakmış. Tam 1 saat sürdü. Ama sınav gibi değildi; genelde iş bu, yapabilir misin, ister misin, gelmeye hevesli misin gibiydi. Sonucunu heyecanla bekledim. Bu mülakatta bir çok adayla görüşmüş, ama aralarında bu tecrübeye sahip en genç kişi benmişim. “bu aday iyi çalışır” demişler (kaderim her yerde aynı, görüyorsunuz ☹). Tam işe alım süreci başlayacakken, organizasyon değişmiş firmada iyi mi! Bu amcayı direktör yapmışlar, altına Boeing’den yeni müdür getirtmişler. Yeni müdür demiş ki: “ekibimi ben kurmak isterim. Adaylar arasından istediğimi ben seçeyim. Önceki seçimi boşverelim, tüm adayları çağırın”. Bu adam daha titizmiş, iş tecrübesi dışında çok fazla detaya bakıyormuş. Önceki amcanın seçtiği adayları beğenmiyormuş. İlginç bir şekilde, dikkat ettiği her şey bende vardı. Onu da geçtim. Oh be… bi daha organizasyon değişmesin lütfen! Germeyin beni.   
NEDEN JAPONYA?
Dediğim gibi ben seçmedim, firma beni buldu. Ama aslında çok iyi bir yer gitmek için. Avrupa’daki arkadaşlarım, IŞİD saldırılarından beri sıkıntı yaşıyor. Müslümanlara direkt kötü muamele olmasa da, kötü bakıldığını belirtiyorlar. Amerika olabilirdi ama olmadı. Rusya’yı söyleyeme gerek yok. Zaten orda iş de yok. Japonya’ya ise henüz bulaşmadık ☺ henüz bir antipatileri yok. İyi denk geldi yani…

NELER VARMIŞ JAPONYA’DA?
Baktığım kadarıyla iyi bir eğitim sistemi var. Taa kreş eğitimi bile iyi. Tüm yapılar çocuk odaklı. Bizimkilerden çok değişik yapıda evleri var. Kutu olarak veriyorlar, panellerle içine sonradan oda yapılıyor. Yerlerde tatami denilen farklı bir kaplama var, 1m*2m standardında, pirinçten yapılmış. Ülkede pirinç bol, ondan mı acaba… Hava Ankara’dan birazcık daha soğuğa benziyordu, ama aylardır her gün bakıyorum, her gün buradan daha sıcak. Nem yüksek. Özellikle yazın şıpır şıpır ter dökecekmişiz. Yazın Ankara’daki nem oranı %40 iken oradaki oran %80. Yaşam pahalı. İKEA mesela %20 daha pahalı ☺
Anlaştığım şirket, tüm masraflarımı ödeyeceği için bana iyi bir hayat standardı sağlıyor. Kazancım sadece yeme içme ve gezmeye gidecek.
Yol çok uzun, ankara – İstanbul – tokyo – nagoya şeklinde 3 uçak ile gidiliyor. İstanbul-tokyo arası 14 saat. Total yol 24 saat (nasıl oluyo ben de anlamadım). 24 saat jansetle yol gitmek çok zor. Amerika-ankara arası 17 saatte perte çıkmıştım. O yüzden maalesef, her ne kadar ailemi ve dostlarımı çok özlesem de, gelmem. Biliyorum, gelmem. (zaten ilk yıllık iznim 1,5 yıl sonra). Siz gelin. Hele çocuksuzlar, ya da çocuğu büyütmüş olanlar, siz uyuya uyuya gelirsiniz.
Gideceğim şehirde her sokağa giden metro varmış.
Sağlık sistemleri, özellikle doktorları çok iyiymiş. Ama durum ne kadar ciddi olursa olsun önce bir anket dolduruyorlarmış, tüm detayları oraya yazmak gerekiyormuş. Herkes bundan şikâyet ediyor “sorsalar ya, niye yazıyoruz” diye.
Adım başı çocuk parkı, adım başı güzellik merkezi ve masaj salonu varmış. Bu kısım beni heyecanlandırıyor. Saç kesimi pahalıymış (25 dolar gibi). Ülkede 3000 türk varmış. Ulen nerrrden tee o kadar yol gittiniz de yerleştiniz… çoğu ordu’luymuş. Ordu’lu, iyidir.
Ülkede teknoloji kullanılmıyormuş. Bu konuyu araştırdıkça hayrete düşüyorum. Hiçbir evde bulaşık makinesi yok. Markette de bizimkiler gibi yok. Minicikler var, plastikten. Ve çok pahalı (1300 TL gibi). Dolap/çekmece içine yerleştiriliyor. Çok saçma. Neyse, çamaşır makinesi, çok eski modeller kullanılıyormuş. Üstten kapaklı, tek programlı (o da soğuk su programı). Yine arasanız, markette bundan başkası satılmıyormuş. Tüm evi ısıtan sistemleri icat etmemişler henüz. Gazlı soba ile salonu ısıtıyorlar.
Şimdilik öğrenebildiklerim bu kadar.

EE SONRA NE OLACAK?
Onu ben de bilmiyorum. Hiçbir planım yok. Kontratım iki yıllık. İki yılda bakalım hayat neler getirecek…


Simdilik bu kadar. Sevgiler, saygilar....
Opucukler






GİDİŞİMİZ NASIL KARŞILANDI
İşte size istatistikler:
(not: sadece kendi çevremi yazıyorum, Özgür’ün arkadaşları nasıl karşıladı pek bilmiyorum)
Ben mutlu oldum diye mutlu olanlar: %41
Yazmazsam olmaz, benimle ilk mülakatı yapan direktörle ne kadar istekli konuştuysam artık, kendi ekibi için değil de benim için çok sevindi. Sayıya dâhil etmedim.
“eh iyi valla senin adına sevindim” diyenler %28
Beni de al diyenler %18
Israrla maaşımı öğrenmek için herkese soru soranlar (ben umurlarında değilim) %10
Buranın nesini beğenmeyip başka ülkeye gidiyorsunuz diye burun bükenler   %8
Gittik diye üzülen, gitmemizi istemeyen %2
Oh be gitti, kurtulduk diyenler: ?
Toplam kac kisi diye dusundunuz degil mi. soylemeyecegim :)